Osmanlı kiliseleri , MUSTAFA ARMAĞAN

Osmanlı kiliseleri" veya Abdülhamid sinagog yaptırmış mıydı?
MUSTAFA ARMAĞAN
Osmanlı toplumu tabiri, aslında bugün zannettiğimizden çok daha geniş ve biraz da 'karışık' bir manzara arz etmekteydi.
Bugünkü daraltılmış ufkumuza sığmamakta direnen bu kavimler kazanında, bir de gayrimüslimler vardı ki, onları nedense "Osmanlı" başlığı altına yazmak gelmez içimizden. Hatta bir mimarlık tarihi sempozyumunda "Osmanlı kiliseleri" terimi ortaya atılınca kızılca kıyamet kopmuştu: 'Vay, nasıl olur da Osmanlı ile kiliseyi yan yana getirirsin?' Neden gelemez peki? Osmanlılar döneminde yapılan camilere "Osmanlı camileri" diyoruz da, yine Osmanlı yönetiminde başka dinlerin mabetleri yapılınca onları "Osmanlı olmayanlar", yani uzaylılar mı yapmış oluyor bu hesapça? Nasıl bu kadar kısır bir Osmanlı yorumuna saplanıp kaldığımıza her gün biraz daha şaşıyorum.

Oysa daha 100 yıl öncesinde hem de dindarlığı ile öne çıkan bir Osmanlı padişahı, İstanbul'da yaptırılan bir Musevi ibadethanesini koruması altına almıştı. Aynı arsaya talip olan Rumların saldırıları karşısında II. Abdülhamid'in özel himayesi altında inşa edilen bu sinagoga (1899) Yahudiler "Hemdat İsrael Sinagogu" adını verdiler. "Hemdat İsrael" ne demektir, bilir misiniz? "İsrail'in Hamdi (Şükranı)" ve "İsrail'in Hamid'i" (Sultan Hamid'i kastediyorlar). Yani Osmanlı sultanına 'Yahudi Ülkesinin Padişahı' demektedir Yahudiler. Bir Musevi sinagogu, belki de tarihte bir ilktir bu, bir Müslüman hükümdarın adını şükran nişanesi olarak mabedinin ismine koymuştu.

Osmanlı biraz da buydu sevgili okur; ve "bu" olmaktan çıktıktan sonradır ki, onun engin ufukları bir balon gibi sönüp havsalamız üzerine çökmeye başladı. Yani anlayacağınız, Osmanlı çökmeye devam ediyor; zihinlerimizde elbette. Belki de asıl başarılmak istenen şey, buydu. Başardılar mı dersiniz? Görelim bakalım...

Kır zincirlerini Osmanlı kadını!

Osmanlı toplumunda bir Ermeni veya Rum ailesinin bünyesi ile bir Müslüman Türk ailesinin bünyesi, tahminimizden daha fazla benzerdi birbirine. Bir İngiliz görgü şahidi, Lucy M. Garnett Hanım, 1911'de basılan kitabında 20. yüzyılın başlarındaki "Osmanlı kadınları" hakkında şu 'içeriden' bilgileri veriyor:

Garnett, ışığa düşkünlükleri ve açık havaya olan meraklarının, Osmanlıları, Avrupalılara gereğinden fazla pencereyle donatılmış gibi görünen aydınlık evler yapmaya sevk ettiğini söylüyor. İslam her ne kadar erkeğe dört kadınla evlenme ve sayısız cariye alma hakkı tanımışsa da, diyor ve ekliyor: Bir Osmanlı evi hiçbir şekilde efendisine kadınlık yapan dişilerin cirit attığı bir yer değildir. Aslında Türkler arasında tek-eşlilik (monogamy) geçerlidir ve çok-eşlilik istisnaidir. İslam hukukunun kadınlara verdiği yasal haklar oldukça fazladır ve bunu anlamak için onların durumlarını Yahudilik ve Hıristiyanlık idaresinde yaşayan diğer kadınlarla karşılaştırmak gerekir.

Garnett'i okuyunca insan bu kadını Türklerin parayla tutup ona kendilerini öven bir kitap yazdırdıklarını zannediyor. İşte bizi böyle düşünmeye sevk eden bir başka sözü: "Türk kadını halen genel olarak Avrupa kadınınkinden üstün değilse bile kendilerini onlarla eşit hale getirecek bütün yasal, kişisel ve mülkî haklara sahiptir; dahası, kadınların haremin sınırlamalarından kurtulmalarına yönelik itirazlar şeriattan çok örf ve adetler ile önyargıların eseridir."